YETMİŞ VE SEKSENLİ
YILLARDA ÜLKEMİZDE İSLAMI BENİMSEMİŞ
GENCLİĞİN OLAYLARA BAKIŞI.
Savaş ve
yoksulluk yorgunu ülkemiz insanlarının devrimler sonrası İslami kitaplarla da
bağı koparılmış atadan aileden anlatılanlarla yetinilme ile din öğretme
faaliyetlerini yer altına indiren bazı kişilerin yöntem ve öğretileri ile
yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu kişiler İslami boşluğun yerini; geçmişten
beri süre gelen rivayetlerin din edinilme ve dini rivayetlerden öğrenme
alışkanlığının üstüne, tasavvuf söylemlerini, tarikat şeyhlerinin
konuşmalarını, onlar adına yazılan kitapları, hikaye destan, keramet ve
mucizeleri kapsayan büyük bir çoğunlukla
içi hurafe dolu söylemleri din diye öğretir olmuşlardır. Bu öğretiler, toplumda
insanı daha şekilci, dinde sınıfsal bir yapı oluşturan, yüksek sınıfta olanları putlaştırma ve kutsama alışkanlığını ayyuka
çıkarmıştır!. Yetmiş ve seksenli
yıllar; ideolojik sapmaların asabiyete yönelmelerin, birde bu hurafe kültürü
ile islam devleti kurma modasının yarıştığı yıllardır. İran devriminden sonra
ülkemiz çeşitli şehirlerinde hatta semtlerinde bile İran yönetimini överek
mezhebinin din olduğu propagandasını yapan bir nevi misyonerlik faaliyeti
sürdüren evler odalar oluştu. İran Irak savaşına katılmayan ancak Humeyni
sempatizanlığını üzerinden atamayan binlerce insan bunların propagandası,
yayınları, ürettikleri yalanları din edinmeye başladılar. Tabiri caiz ise
Humeynici bir gençlik çıkmaya başladı! Kökten tarihini reddeden, tamamen sahabe
düşmanlığı yapan, Kuran’ı farklı konuşturan, hatta ibadet şeklini bile
değiştirenler!.......
İşte bu
atmosferde ne yapacağını bilmeyen, hangisine inanacağını kestiremeyen kararsız
bir genç!
İran devriminden sonra bir umutla ataşelikler
aracılığı ile oradan kitap ve kaset isteminde bulundum. İran’la ilgili okuduğum
ilk kitap İran anayasasıydı. Anayasalarında İran ın dini “İslam”ı göreceğimi
herkes gibi ben de umut ediyordum. Ancak, gördüm ki; kıyamete kadar
değişmeyeceği vurgulanan şii mezhebi İran ın değişmez dini olarak
anayasalarında yer almaktaydı. Bunun akabinde Şia nın ne olduğunu öğrenmem
gerekti. O günlerde. Allahtan ki bir arkadaşım Humeyni ve İslam diye Türkçeye
tercüme edilmiş bir kitap vermişti. Caferi hadisleri ve konuların Humeyni
dilinden açıklamasının olduğu bir kitaptı. O kitabı okuduğum dönemde de
namazımı kılsam da islamın ne demek olduğunu bilmiyor, sadece yaz tatillerinde
cami hocalarından duyduklarım kadarı ile bir kanaatim vardı! Okuduğum kitap kafamı karıştırmıştı.
Peygamber dışında muşum kişilerin olması, imametin imanını esası sayılması,
erkek kadın ilişkilerinde ölçüsüzlük, muta nikahı, takiyeye anlayışı, imamların diğer peygamberlerden üstün olması,
İmamların vahiy alması, imamların öleceği vakti tayin etmesi, imamların zekat
memuru gibi bütün zekatları toplama yetkisi,
Müminlerin annesi Hz.Aişe ile ilgili
güvensizlik, ona yapılan iftirayı doğrularcasına ithamlar, sahabeden dokuz kişi harici hepsini küfür ile
itham etme vs.
Okuduklarım
daha önceki öğretilerimle taban tabana
zıt şeyler içeriyordu. Bu görüşler nerden çıkmıştı. Meselenin aslını öğrenmek
için ulaşabildiğim kaynakları taramaya başladım. Genellikle araştırdığım
kaynaklarda Sünnilik ile Şiilik arasındaki farklardan hiç bahsetmiyor Şiiliğin
propagandasında ve bazı tarihi olayların ajitasyonunda zirveye çıkılıyordu. O
yıllarda Türk kökenli Caferiler şii kitaplarını tercüme ederken Sünni kesime dokunan
onu yaralayan bölümlerini tercüme etmediklerini ya da tercüme ettikleri kitaba
koymadıklarını sonradan öğrendim. Sebebi ise; okuyucu şia ile Sünniliğin bir
farkının olmadığı kanaati ile şiaya yaklaşsın ve aldanması kolay olsun diye.
Burada şunu da söylemekte büyük yarar var yapılan bir araştırmada İran
yayınevleri Türkçeden Farsçaya çevirdikleri kitap bir elin parmağı kadar bile
yok. Bu kitaplarda ilmi bir yanı olmayan türden kitaplardır. Oysa İran
klasiklerinden tutun da kitapevlerine düşen her iran kökenli kitap hemen hemen
Türkçeye çevrilmiştir.
Humeyni ve
İslam adlı kitapta ki bilgileri o günlerdeki şii sempatizanları ile
tartıldığımızda bu kitap Amerikan ajanları tarafından Humeyni yi kötülemek
üzere tercüme edildiğini tamamen uydurma bir kitap olduğu cevabını
veriyorlardı. Hâlbuki kitap da dipnotlarda kaynak isimleri belirtiliyordu. Ama
Farsça bilmeyince bu kaynaklara ulaşmak mümkün olmuyordu. Sonuçta yılmadan
araştırmaya devam ettim. İslam tarihlerine yöneldim. Bu vesile i kendi tarihimi
de okuma öğrenmeme neden oldu. İslam
tarihindeki şia ile ilgili metinler ile Humeyni ve İslam adı ile yayımlanan
kitaptaki bilgiler örtüşüyordu. Yani söz konusu kitap şiayı karalamak üzere
hazırlanmış bir kitap değildi.
Şaşkına
dönmüştüm ama gerçeği artık kavramıştım. Demek ki, Humeyni mezhepçilik yaparak
İslam bayrağını değil, bölünmüşlüğün mezhep çatışmasının bayrağını yükseltmeye
gelmişti. Yıllardır bu hızla şia konusunda araştırma yapmaktayım bu birikimi de
inananlarla paylaşmak en büyük arzum. Ancak inananların birbirine en yakın
olmaları gereken dönemlerde farklılıkları kaşımanın insanlığa hiçbir yararının
olmadığını düşünerek bugüne kadar bunu kendime sakladım. Ancak bu sürecin
toplumumuzdaki yansımasına baktığımda dünkü siyasi sempatizanlarının bugün
Şiilerle bir olup şia dışı müminler arasında yürüttükleri davet çalışmalarını
sinsi metotlarla sürdürdüğünü görmekteyim. Siyasi yakınlığı dini yakınlığa
çeviren ülkemizdeki sonradan dönmeler inanç akidesinin ve şianın ne olduğuna
bakmadan bilgi edinmeden hatta buna ihtiyaç bile duymadan son derece cahilane
bir tutum ile Cihadı istismar ederek “Şiî-Sünnî kardeştir” söylemini şia
inancının güçlendirmek adına, şia karşıtı
inançlara hakaret etmeyi ve Şiîlerin faziletlerini sayıp dökmeyi
kendince bir fazilet saymaktaydılar!
İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!
Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar süren
sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve halkının
büyük coşkusuyla karşılanması bütün İslam âlemini etkilemiş, ilk söylemleri ve
mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı. Yüzyıllardır içine
kapanık bir halde kurtarıcı bekleyen şia, tarihinde bir kıpırdanma görünüyordu!
Bu kıpırdama, iktidar sahiplerinde stres ve korku uyandırsa da islam
dünyasında mezhepsel ayrılıkları aşarak,
bütünü etkilemiş İslam toplumlarına
liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı.
Zira islam toplumları tam bir umutsuzluk ve çaresizlik içinde idi!
İslam düşmanlarının İslam’a bakışı ve yok etmek üzere
geliştirdikleri stratejiler karşısında
İslam ülkeleri yorgun bitkin, fakir kendi içlerinde bir biriyle sorun
yaşar halde idiler. Böyle bir ortam Humeyni nin arkasında ABD olan şahı
devirmesi, tevhidi esas alarak birleştirici konuşmalar yapması, umutsuz halklarda çok farklı beklentiler uyanmasına neden
olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya
başlaması, yerlerde sürünen İslam bayrağını
yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli başka
sebepleri de vard
Hz Peygamberle bir
medeniyet oluşturan toplum, daha ilk yüzyıl içinde iktidar kimin olmalı kavgaları yüzünden büyük
kırılma yaşamış aile kavgaları kavmiyetçiliği asabiyeti hortlatmış, bu
kavgalarda taraf olanlar kendi haklılıklarını ispatlamak için Kuran’ı
konuşturmuşlar, yeterli olmayan alanlarda da rivayet uydurarak rahmete kavuşmuş
peygamberi konuşturarak toplumu sünni ve
şia adı ile ikiye bölebilme başarısını elde etmişlerdi! Buna rağmen islamı
özümseyen kafalar insanlığa çeşitli ilim dallarında katma değer üretmeye
başlamışlar ama bunu uzun sürdürememişlerdir! Nedeni; ilmi dünyevi ve uhrevi adı ile ikiye bölen,
ağırlığı da uhrevi yöne çeviren yeni kafaların yönetimleri etkilemesi!!...
Eğitim kurumlarında söz sahibi olması!
Nedenselliği, sorgulamayı terk edip, işi şekle görüntüye döken islam
toplumu son iki asır batı toplumlarının bir hayli arkasında kalmaya bir nevi kendi kendini mahkum etmişti. Gerileme burada kalmamış, emperyalist
güçlerin tahriki ve saldırıları karşısında
parçalanarak devlet ya da devletçiklere dönüşmüşlerdi! Bu ülke
yönetimlerinin İslam’a bakış tarzının bir çoğu toplum dini anlayışını
küçümseyip seküler bir bakış tarzı geliştirmiş, Kendi dini ve vatandaşı ile
savaş halinde. Diğer bir kısmı da İslam’ı uyguluyorum adı ile islama yamanmış
hurafe ve yalanlarla, yönetimlerini güçlü tutma adına geliştirilen rivayetlerle toplumu uyutup avutmakta idiler. Gerek seküler anlayışla gerekse din adına
ülkelerini yönetiyor olanlar; topluma karşı
acımasız diktatörleşmiş, adaletsizlik, hukuksuzluğu ayyuka çıkarmış
yapılardan oluşmakta idi!. Toplumlarda açlık, sefalet, her geçen gün artan
ahlaksızlık kol geziyordu!
İslam ülkelerinin hepsi emperyalist batılıların güdümünde ve
dış siyasette, iç siyasetin birçok alanında özelliklede ekonomi de esiri
halinde idiler
Bu atmosfer içinde İran’ın durumu da diğerlerinden daha iyi
değil, hatta daha kötü idi! Bir birinden çok farklı inanç ve ideolojilere sahip
muhalifler, şah yönetiminden nemalananlar, emperyalist güçlerin emelleri!..
Humeyni nin çıkışı insanların umudunu tamamen yitirmiş bir
ortama rastlamıştı! Bu gerçeğin ışığında sünni toplumlarının siyaseten Humeyni
yi desteklememek gibi bir lüksü yok görünüyordu!
Humeyni nin tevhit merkezli birleştirici söylemleri ona karşı
sevgi ve muhabbeti artırmış, farklılıkları fark etmek yerine ortakların
belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş görünüyordu. Bu
sempati ta ki Humeyni nin icraatlarının ortaya çıkmasına kadar sürdü! Humeyni
odaklı İran Anayasası İranın şii islam devleti olduğunu kıyamete kadar da bunun
böyle süreceğini söylüyordu! Böylece
mezhebi dinin önüne çıkartma geleneği daha da güçlenmiş oluyordu! İslam toplumlarında, Tevhitte birleşme umudu
bir daha yanmamak üzere sönmüş söndürülmüştü!.. Bir çok aydın ve Humeyni
sempatizanı ilk etapta buna inanmak istemedi. Emperyalist güçlerin çıkardığı
ırak İran savaşında İran’a destek olmak savaşmak üzere islam ülkelerinden gidenler oldu.
Onların bir çoğu orda telef oldu. Sağ dönüp hatıralarını yazanlardan edinilen
bilgilere göre yeni yönetim anlayışının katı şia anlayışının yeni tezahüründen
başka bir şey değildi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder