6 Haziran 2011 Pazartesi

RAŞİT HALİFELER DÖNEMİ

 HZ. EBU BEKİR (r.a)

Bu tür faaliyetler, Hz Ebu Bekir döneminde şekil değiştirmiş yalancı peygamber olarak devreye sokulmuştur. Hz Ebubekir in yalancı peygamberler ve münafıklara karşı açtığı mücadele ile Halid bin velid’in kahramanlığı sayesinde yatıştırılmıştır. Hz Ebu Bekir halifeliği boyunca beytülmalin tek kuruşunu zimmetine geçirmemiş, bilakis kendisine ısrarlar sonucu yıllık 4.000 dirheme ulaşan bir maaş bağlanmıştı. Ancak vefatında kesesinden 8.000 dirhemin beytülmale ödenmesini vasiyet ederek bu konudaki hassasiyetini göstermiş yani aldığını daha faz¬lasıyla iade etmiştir.

Ebu Bekir(r.a.), yaşamaktan ümit kesince, Osman (r.a.)ı çağırdığını ve Hz. Ömer'i veliahd tayin ettiğini bildiren bir vasiyetname yazdırıp altını mühürlediğini, sonra da bu kararname halka tek tek gösterilerek, içinde yazılı isme biat etmelerini teklif ettirdiğini İnsanların bu teklifi kabul ettiğini, sıra Hz. Ali'ye (r.a.) gelince, “kararnamedeki isim Ömer de olsa biat ettik gitti", dediğini tarihi kaynaklardan görüyoruz.
HZ. ÖMER ( r.a)
Hz Ömer halifelik döneminde en küçük gayri meşru bir haksızlığı hoş görmemiş sık sık halkın karşısında kendini test etmiştir. Dünya malına ve makama meyletmemiş üzerine aldığı görevin vebalini taşımamak için elinden gelen tüm gayreti sarf etmiştir. Bunu doğrular türde ki İbn Sa'd'm Tabakat'mdan naklederse
Hz. Ömer ile Selman-ı Farisi arasında şu konuşma geçer
"-Ben halife miyim, yoksa sultan mı?
"-Eğer sen, Müslümanların malından bir dirhem dahi olsa, kanunsuz olarak (hakkın olmadığı halde) alırsan ve bu¬nu da keyfin için harcarsan o zaman sultansın; değilse halifesin.
Bu sözler Ömer (r)'i ağlattı." Bir gün Ömer (r) dedi ki
"-Allah'a yemin ederim ki ben halife miyim, sultan mıyım bilemiyorum. Eğer sultansam vay halime."
Bu sözler üzerine oradakilerden biriyle Ömer arasında şu muhavere geçti:
"-Ey müminlerin emiri! Halifelikle sultanlık arasında çok büyük farklar vardır." Ömer sordu:
"-Ne gibi farklar var?"
"-Halife, hakkı olmadan kanunsuz bir şekilde hiç bir şey alamaz, harcayamaz. Ancak hakka muvafık bir şekilde harcamalar yapar. Allah'a hamdolsun, sen de böyle yapıyorsun. Padişah halka zulmeder, devlet malını istediği gibi kullanır, başkalarına verir, kimse de kendisine bir şey diyemez."
Rasulullah'ın yolundan giden raşid halifeler insan haklarına ve dinin emirlerine uymaktan en ufak bir taviz vermediler.
Bu konuda İmam Ebu Yusuf un Kitabu'lHarac'mda anlamlı bir örnek yer alır:
Hz. Ömer hac mevsiminde orada bulunan valileri halkın huzuruna toplayarak dedi ki:
"İnsanlar! Valilerimi size hak ile muamele etsinler diye gönderdim. Değilse onları sizin kanınıza, teninize, malınıza dokunsunlar diye göndermedim. Kimin hakkı yenmişse kalksın!
O gün birisi kalktı ve dedi ki: .
"-Senin memurun (vali) bana yüz kamçı vurdu. Ömer:
"-Onu bul, buraya getir. Ben de ona yüz kamçı vuracağım.
Amr b. As ayağa kalkarak kendini şöyle savundu:
"-Ey Müminlerin emiri! Senin valilerine karşı böyle davranman bir geleneğe dönüşür ve onların zoruna gider.
"-Andolsun Rasulullah (s.a.v)'ın kendi nefsine had uyguladığım gördüm. O'na olacak da Amr'a mı olmayacak? Hak sahibine dönerek: Kalk ve kısas yap!
"-0 zaman bırak da onu razı edelim.
"-Bu ikinizin arasında bir şey.
Hak sahibini her kamçıya iki dinar olmak üzere ikiyüz dinar (altın)a razı ettiler
" ( Et-Kadİ Ebu Yusuf, Küabu'l-Harac, s. 116.)
Hz ömer atadığı valilerin icraatlarıyla yakından takip eder birinin kusurunu gördüğü zaman hatır gönül dinlemez hukuk (şeriat) neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan çekinmezdi. Onun döneminde Emir Muaviye'nin ciddi bir açığı olmadı. Valileri sık sık değiştirdiği halde bu nedenle onu yerinde bıraktı.
Bu dönemde büyük fetih hareketleri gerçekleşmiştir. Yeni İslamlaşan bölgelere gönderilen Sahabeler, sorunların çözümü konusunun merkezi idiler. Bunlar karşılaştıkları soruları önce Kur’an’a bakarak; orada cevap bulamadıklarında ise Peygamberimizin sözlerine veya olaylar karşısındaki tutumuna bakarak bir bir çözüme ulaşmaya çalıştılar. Her ne kadar Sahabenin hadis ve sünnete karşı yaklaşımları da birbirinden ufak tefek farklılık arz etse de, Mesela Hz. Ömer, hadislere ve sünnetlere içtihadı yaklaşırken; oğlu Hz. Abdullah şekilci yaklaşması Hz. Ali, Hz. İbni Mes’ud ve Hz. Aişe içtihadi yaklaşırken; Hz. Ebu Hüreyre şekli daha çok öne çıkarması merkezde ilk zamanlar fazla bir sorun üretmese de bu daha ileriki zamanlarda farklılıklar büyütülmeye ve istismar edilerek farklı alanlarda kullanılmaya başlandı. Yeni kazanılan topraklardaki nüfus yoğunluğuna yetecek sayıda eleman bulunamıyor bu sebeple islam öğretisi, ve uygulaması yeterli etkinlikte sürdürülemiyordu. Okuma yazma yetersiz, iletişim haberleşme yok denecek kadar azdı. Bu şartlarda merkezdeki birikimi değiştirilmeden yeni coğrafyalara taşınmasının ne kadar gerçekçi olabileceği ortadır. Bu derece geniş ve yaygın bir coğrafya üzerinde İslâm’ın bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanlığı kabul etmiş milletlere, ulaştırmak, yapıları farklı kavimleri İslâmî potada eritmek ve yoğurmak, henüz yeni kurulmuş bir İslâm Devleti için fevkalâde zor bir işti. İslâm’ın ulaştığı her yerde, İslâm’a yoğun katılmalar oluyordu. Bu durum, Müslümanları sevindirse de manevi hamur gerekli şekilde yoğrulamıyor, Müslümanlar istenilen kıvamda yetişemiyordu. Bunları bir anda İslami konularda eğitecek, aydınlatacak imkânı bulmak oldukça zordu. O günkü şartlarda yeni kazanılan bölgelere nasıl ulaşılıyordu denilirse? Öncelikle o bölgeye bir vali atanıyordu. Arkasından o beldelerin sakinlerine islamı inanç ve ibadet sistemini öğretecek âlimler gönderiyordu. Böylece o âlimler camilerde bütün insanlara dinin gereklerini aktarıyorlardı. Hatta Hz. Ömer halifeliği döneminde bu görevi sürdürenlerin içinde Hz. Ali de vardı.
Merkezden taşraya giden vali ve eğiticilerin gittikleri günden itibaren İslami yeni gelişmelerden yeterince haberdar olamayabiliyordu. O günün haberleşmesi buna izin vermiyordu. Merkezin gönderdiği insanların bile merkezdeki yeni gelişmelerden haber alamadığı bir zaman dilimi!.
Bu dönemde haç mevsiminde bütün valilerin merkeze gelerek merkezle istişare yapma sistemi oluşturuldu. Ama fetih hareketlerindeki sürate karşı alınan önlemler yetersiz kalıyordu. Büyük değişimden dolayı, olgunlaşma gelişme dönemlerinde islamın merkezinden uzak kalan toplumların dini anlayışlarında; hayat tarzlarında islam gerçeği ile örtüşmeyen hususların yaşandığı, bazı geleneklerin din gibi algılandığı ve alışkanlıkların yıkılamadığı bilinmektedir. Bu da şartların getirdiği bir vakıadır. Burada şunu da söylemeden geçmek sanırım doğru olmayacaktır. Hz Ömer fetih hareketlerini yürüten komutan Halit bin Velid’e yazdığı mektupta “ Mısırı fethetmemişsen fethetmeden geri dön” diye mektup yazmıştır. Sebebine gelince Hz Ömer şunu iyi biliyordu ki, İslam içselleştirilmeden fethedilen topluluklarda toplum gerçek anlamda İslamlaşmıyor ancak, İslam fethedilen toplumların geleneksel anlayışlarına dönüştürülüyor. Halit bin velit mektubu amcadan mısırı fethettiği, ve daha sonraki süreçte İran’ın aynı şekilde fethedilmesi yüzünden bu toplumlarda islamın mısırlılaştığını, yine islamın İranlılaştığını görüyoruz. Oradaki gelenekçi yapı ve özden kopamama daha sonraki süreçte islamın başına çeşitli sorunlar yaşattığı görülecektir. Yani buralar çıbanbaşı olmaya namzet iki ayrı coğrafya olacaktır.
İlk iki halife devlet kademelerine yaptıkları atamalarda Öylesine titizlik göstermişlerdir ki kendi kabile ve ailelerinden hiç kimseyi göreve getirmedi¬ler. Hz. Ömer kendisinden sonra halife olması muhtemel olanları çağırıp onlara mensup oldukları kabile fertlerine imtiyazlı davranmamalarını vasiyet etmiştir. Bir defasın¬da, Hz. Ömer, ölüm döşeğindeyken kendisinden sonra Rasulullah'ın yasakladığı kavmiyetçiliğin hortlamasından korkarak Hz. Ali,, Hz. Osman Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas'ı çağırarak her birine şöyle vasiyette bulundu:
"Allah aşkına Ali, eğer inşaların yönetimini üstlenirsen Beni Haşim'i (kendi soyunu) insanların başına getirmekten sakın!
Allah aşkına ey Osman, eğer yönetimi üstlenirsen Ebu Muayt Oğulları'ni insanların başına geçirmekten sakın!
Allah aşkına ey Sa'd, yönetimi üstlenirsen akrabalarını insanların başına geçirmekten sakın!
Haydi, kalkın ve istişare edin. Sonra da işinizi yerine getirin. İnsanlara namazı Suheyb kıldırsın. ( Tarihi Taberi 1V1192.)
Hz Ömer’in ileri görüşlülüğü, öngörüsü yine aynı kaynakta gecen şu konuşma ile daha acık bir şekilde anlaşılacaktır.
Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Hz. Osman'ın yanında bulunduğu bir gün şunları söylemişti:
"-Eğer benden sonra herhangi biriniz yerime geçerseniz, aman dikkat ediniz. Beni Muayt'i (Ümeyye oğullarını) ve efradını halkın ensesine musallat etmeyiniz. Bu zümre bir kere halka musallat oldu mu Allah'a karşı itaatsizlik yoluna gidebilirler. Yemin ederim ki ben bunu söylemezsem Osman böyle yapar. Osman böyle yapınca da bu zümre ister istemez vasiyet yolunu tutar. Halk da ayaklanır ve Osman'ın ölümüne sebep olur”

KONUNUN BAŞI AŞAĞIDAKİ LİNKTEDİR
http://kevseryaymaclk.blogspot.com/2011/06/islamin-gelisiyle-nitelikli-ilk.html

KONUNUN DEVAMI AŞAĞIDAKİ LİNKTEDİR.
http://kevseryaymaclk.blogspot.com/2011/05/ehlibeyt-sahabeyi-nasil-goruyordu-ve-bu.html