Dönem tarihinde İç çekişmelerin, yönetim paylaşımının, huzursuzluğun, bölünmüşlüğün en büyük sebeplerinden birisi, kabile kavgalarının siyaseti yönlendirmek istemesi ile eski kültürlerin dinselleştirilmesi arzusunun yattığını görürsünüz. Nitekim 632-943 yılları arasında imamlar ve halifeler etrafında cereyan eden olayların çoğunun eski arap aile Kavgaları’na, yönetimi hangi kabile tarafından yürütülmesi gerektiği fikrine dayandığı görülmektedir. Her yeni olayla yeni nesillere yeni bir düşmanlık ve hasımlık şeklinde intikal etmiştir.
Ümeyye oğulları, bedir Savaşı’nda Hz. Hamza ve Hz. Ali tarafından öldürülen yakınlarını; Haşim oğulları da Uhud Savaşı’nda ebu Süfyan'ın karısı hind'in yaptıklarını unutamıyorlardı. Bunların dışında aynı İslam toplumu içinde kavmî ve kabilevî gururları zedelendiğini düşünenler ile islâm'ı içlerine tam sindirememiş gruplar varlığı, masela rebia ile hudar kabileleri de islam öncesi düşmanlıklarını içlerinden bir türlü atamayışları . Hariciler, bu rebia kabilesinden çıkmıştı. Siyasi rekabet, sonradan dini bir ayrılığa dönüştü. Rebialılar'ın çoğu bedevi idi. İslam devleti şehir hayatı halinde gelişince, baştakilere karşı bir tepki uyanmıştı. Bedeviler cahildi. Çok eski geleneklerinden dolayı kendilerinden olmayanları düşman görüyorlar, öldürmekten de çekinmiyorlardı. Müslüman olduktan sonra, kendilerinden olmayanı "kâfir" ve "katli vacip" olarak görmeye başladılar. Kur'an'a çok bağlı görünüyorlardı ama, taassuplarından onu anlamak ve yorumlamak ihtiyacını duymuyorlardı. Eski inanç ve anlayışlarına kur'an'ı kılıf yapmışlardı. islamın doğuş ve gelişme sürecinde inananlar arasındaki kavganın hemen hemen hepsi kabileler ve yakın amca oğulları ile uzak amca oğulları ve akrabalar arasında geçmiştir. ümeyye oğulları ve haşim oğulları gibi . işte emevi saltanatının yıkılması ile bu sefer ebu talib oğulları ile Abbas oğulları arasında bir çekişme görülmektedir. her ikisi de peygamberimizin amcasıdır. ikisi de hz. Muhammed’i hep desteklemişler, yardımcı olmuşlardır. ortada din kavgasının olmadığı en aydın dediğiniz insanlar arasında bile sadece aile ve iktidar kavgasının olduğu görülür. .
Yine bu süreçte Ali oğulları ile ümeyye Oğulları’nın ve Abbas Oğulları’nın zaman zaman karşı karşıya geldikleri olmuştur. Bu tür olay ali oğulları'nın kendi içinde de vardır. Hemen sıralamak gerekirse, imam musa-l kâzım'ın öz kardeşi Muhammed, öz kardeşi İsmail’in oğlu Muhammed, İsmail’in diğer oğlu ali, imam hasan-ül askeriy'in kardeşi Cafer kendi adlarına imamlık mücadelemsine girmişlerdir.
Bu tarihi gerçeklere baktığınız zaman çatışmaların kavganın neden körüklendiği son derece nettir. O günkü gerçeklerden farklı anlamlar çıkartmak nafiledir. Tıpkı Şiilerin her ne kadar kendi inanç hareketlerinin hz peygamber döneminde cıkmış olduğunu iddia etsellerde, Hz. Ali devri ve hulefâyı raşidin devrinde, dostluk, sevgi ve muhabbet ötesinde bir mezhebî gruplaşmanın asla olmadığının bilindiği gibi. Böyle bir iddia o dönemde yaşanan hakikatlerin içine konuyor olması iddia sahiplerinin ne kadar sığı ne kadar yapay bir düşünce içinde olduklarını gösteriyor. eğer öyle olsaydı bugünkü gibi cemaat içinde de iki ayrı akide olur İslam birliği olmazdı. Daha doğrusu İslam diye bir şey olmazdı.
Birileri demez mi nasıl yani?... ortada Hem bir Peygamber, Hem de Peygamber kadar güçlü ikinci bir imam peygamber mi vardı? O günlerde korkudan değil inanarak Allah ve resulünü kabul edip iman eden sahabe Hz Ali nin imam bir peygamber olduğunu da Hz Peygamberin telkini ile kabul etmez miydi? Hiç itiraz edebilirler mi, ederler miydi? Öpüp başlarına koymazlar mıydı? Bu emri Hz Peygamberin diğer emirleri gibi başlarının tacı yapmazlar mıydı?
Hem diyeceksiniz Hz Peygamber etrafından korktu Ali nin imametini sakladı. Sonra Allahın uyarmasıyla söylemek zorunda kaldı, farklı ortamlarda sözü eğip büküp başka şeyler söyleyeceksiniz. Geliştirilen bir söylemin için mantık bütünlüğü olması gerekmez mi? Şia kendi tarihi ile sorunlu her tarafı çelişkiler yumağı!!..
Konunun neresinden bakılırsa bakılsın hiçbir surette şîa'nın Hz. Peygamber devrinde teşekkülü mümkün görülmemektedir. O günlerde bütün inananlar Hz Peygamber tarafında idi. O varken bir başkasının taraftarı olmaya lüzum yoktu. Çünkü o toplumun tek önderi ve tek lideriydi. Hz peygamber döneminde Ali r.a. seven insanların olması da gayet normaldir. Çünkü herkesin özel dostluk kurduğu insanların olması gayet doğaldır. Bu dostluklar dinsel anlamda bir taraf değildi. Ortada tek dini lider Allahın resulü vardı. Eğer ona bakılırsa Hz Osman’ında tarafı vardı. Ona da osman’ın şiası deniliyordu. Yani osman’ın dostları. Hem bu tarafgirlik Hz Ali nin kinden daha önceydi. Bu neyi değiştirir ki?
Yine Ali şiası olarak söylenen İslam içine fitne sokmak isteyen münafıklarca tezgahlanan ve ayrıcalık çıkartarak siyasi bir ihtilal hareketine dönüştürülerek Hz Osman’ı şehit edilmesinden sonra Hz. Ali’nin yanında yer alan Ali şiası olarak bilinen malum grup da Hz Ali nin onlara en çok ihtiyaç duyduğu an ona ihanet ederek harici sıfatını kazananlardır. Onlar mısırdan örgütlenerek gelmişlerdi. Amaçları terördü. Yakmak yıkmaktı. Hz Osmanı şehit ettiler aynı zevatlar Hz Ali nin halife olması için zorladır. Daha sonrada Hz Ali ye ihanet ettiler. Hiçbir zaman ne Ali şiası ne de Hasan ve Hüseyin şiası onlara olumlu bir katkı vermemiştir. Bütün dönemlerinde sevdiklerine ya da destek veriyoruz vereceğiz dedikleri yüksek karakterli insanlara ihanet etmiş, onlara verdikleri sözün ardında durmamışlar, onların mazlum duruma düşmesine sebep olmuşlardır. Yani tarafı olmak taraf olan insanlara her zaman iyi sonuçlar kazandırmamaktadır.
Hazreti Ali’nin halifelik döneminde çektiği sıkıntılar, siyasi kavgalar, iç karışıklıklar ve şehit edilmesi İslam düşmanlarının işine yaradı, onlara yeni bir acılım kazandırdı. Yeni Şiaların olmasına katkı verdi. Yahudi planının uygumla alanının daha etkin hale geldiğini, Hariciliğin dışında yeni bir anlayışın yani Hz Ali nin gıyabında bir Aliciliğin, şiacılığın oluşumunun hız kazandığını bu faaliyeti sürdürecek isimlerin bir bir ortaya çıktığını görmek mümkündür. Bu aşamalarda çıbanın oluşmasında en büyük etken meşhur fitneci Abdullah İbni Seben in şia hareketinin sarsılmaz temellerini attığını görürüz görmesine de ne hikmetse bazıları bu ismi görmek istemezler. Böyle bir Yahudi nin bir inanç hareketin mimarı durumunda olması elbet de o inanç mensuplarını bu tür savunma refleksine sokar. Bu doğaldır. Ancak bu gerçeği değiştirmez. Üzerinden asırlar geçmiş bir gerçeği onca delile rağmen yok saymak kimi inandırabilir. Meshepler tarihini incelediğinde de görülecektir ki parçalara ayrılan şia meshepleri arasında sebeciler mevcuttur. Abdullah ibni sebe hayali bir şahıs ise bu fırka neyin nesidir? Bunu raddendeler hakiki tarihlere bakarak şu soruların cevabını öğrenmelidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder