Blokta; Müslüman, şii-sünni-şiacılar-sünniciler kavramlarında yer alan düşünce yapıları incelenmeye çalışılmıştır.
16 Haziran 2010 Çarşamba
ŞİİLERLE VAHDET MÜMKÜN MÜ?
Ehli sünnet içinde görünen ama gerçekte nerede olduğu pek anlaşılmayan bazı ilim ehli ve talebeleri, ehli sünnet ile şia arasındaki farkların sadece fıkhi meselelerden ibaret olduğunu söylemekte ve şia ile vahdeti istemektedirler. Böyle bir iddia tamamen yanlış ve şianın oyununa gelmekten öteye gidecek bir şey değildir. Şianın sapkınlıklarını görmezden gelmeye, gerçekleri saptırmaya yöneliktir. Şiilerin yalan hususundaki inançları, onu kutsallaştırmaları ve ondaki aşırılıkları analtılmaya calışılmıştır. Bütün bu hakikatlerden sonra, hiçbir kimse, onlara güvenebilir, sözlerini tasdik edebilir ve kendileriyle gidip anlaşabilir mi? Bu mümkün görülebilir mi? Hindli Şii bilgin es-Seydi “İmdad İmam”, şu sözleriyle bunu doğrulamaktadır: “İmam iye ve Ehli Sünnet mezhepleri, farklı cihetlere doğru akan iki ırmak gibidirler ve kıyamete kadar da birbirleriyle uzak olarak akacaklardır. Birleşmeleri imkansızdır”(Mishabuz Zulm s.41-42) Muhibbudin el-hatip de, “imamiye şiası dininin üzerine kurulu olduğu ana esaslar ve onunla bütün fıkra ve mezhepleri de dahil olmak üzere islam esaslarının birleştirilmesinin İmkansızlığı”nı işaret etmiştir. Doğru ile yalan nasıl birleştirilir? Doğru söyleyen ile yalancı bir araya gelebilir mi? Zira yalancı, yalanı zaruri ve vacib saymakla kalmıyor, aynı zamanda onu Allah’a yaklaşmak için en büyük vesile olarak görüyor şia âlimleri takiyye gereği kılık değiştirmeyi ve ehli sünnetten kimselerin içinde casusluk yapmayı, sonradan iade etmek kaydıyla onların arkasında namaz kılmayı, hatta Sünni bir mezheptenmiş gibi görünmeyi bir meziyet görürler, onları nasıl aldattıkları, kendi inançlarına sempati sağlamak için ne numaralar çektikleri ile övünürler. şeyh el-behai adıyla bilinen alimleri muhammed b. el-hüseyin b. abdussamed (h.1031): Şam da uzun zaman şafi mezhebinden göründüğünü, bu süreçden Müslümanların inanç dünyasında ne oyunlar oynadığını muhammed muhammedi el-asteşhardi adındaki alimlerinin ecvedu'l munazarat, s.188'de (daru's-sekaleyn, lübnan 1416 h. 1.baskı)'daki kitabında anlatmıştır. Ayetullahu'l uzmaları ve taklit mercileri ebu'-kasım el-hui, misbahu fekaha fi'l muamelat 2/11'de (daru'l hadi beyrut)'de şöyle der: onların (yani ehlisünnetin) küfürlerinde hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Çünkü velayetin ve imamların bir tekinin bile inkâr edilmesi, imamlardan başkasının halifeliğine inanılması veya cebr vb. hurafe inanışlara sahip olunması küfrü ve zındıklığı gerekli kılar. Velayeti (imamları) inkâr edenin küfrü konusundaki zahir mütevatir buna delalet etmektedir. Ayrıca aynı zamanda humeyni el-erbaune hadisen adlı kitabında (s. 511, daru't-tearuf li'l-matbuat, beyrut 1991 m.) iman, ancak Ali ve masum, pak vasilerinin velayeti vasıtasıyla gerçekleşebilir. ehli sünnete taktıkları lakaplardan bir diğer olan "necis"'tir. Humeyni yine buna açıklık getiriyor: tahriru'l-vesile 1/118'de (beyrut baskısı) şöyle der: nasıbiler (ehli sünnet ve hariciler Allah onlara lanet etsin) ise, hiçbir tereddüt söz konusu olmaksızın, necistirler!? Allah subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır: ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. (tevbe 28) Allah celle ve ala açık bir vaziyette necis olanların kimler olduğunu bize beyan etmektedir. Görüldüğü gibi şia mimarları ortaya koydukları inançla İslam inancı arasına öylesine derin uçurumlar koymuşlar ki değil vahdet bu düşüncenin bu inancın Müslümanların yüzlerine bakacak halleri yoktur. Ancak sizin yüzünüze bir gülücük atarlar bir takiye yaparlar gönlünüzü fethederler bu yalancıların, attıkları iftiraları, Müslümanlara müşriklerin sıfatlarını takmaları, Allahın hükmünü değiştirmeleri, kendi sapık ve Allah'ın şeriatına, rasulünün (aleyhissalatu vesselam)'ın sünnetine uymayan bu sözlere karşı ne demeliyiz? ehli sünnetin kanını, malını, canını helal görenlerle birlikte vahdet olmak mümkün mü? ehli sünnetin yanında takiyye dışında amel etmeyi caiz görmemeleri ehli sünnetin ölülerinin cenazesine lanet okumaları ve onları kandırmaya yönelik kılınan takiyye namazı onların bir başka vasıflarıdır. Dini liderlerinden hamaney; ecvitu'l-istiftaat adlı kitabında s.178'de (daru'l hakk beyrut): onların arkasında cemaat olarak namaz kılmak, idare-i maslahat kabilinden olmak üzere caizdir!? İmamları Humeyni’de takiyye olmadan onların arkasında namaz kılmaya "caiz değildir" demiştir. ve dahası, namazda sağ eli sol el üzerine koymak (ehli sünnetin yaptığı gibi) fatiha suresinden sonra amin demek namazı iptal eden hususlardandır, derler. bunu humeyni tahriru'l-vesile 1/186-190, fadlAllah el-mesailu'l-fıkhiyye 1/92, sistani el-mesailu'l-muntehabe s.139. Sözün kısası şiacılarla hiçbir konuda mutabık kalmak mümkün değildir. Söylenilen her şeye muhalefet ederler, İslam inancına ters gelen her şeyi rahatlıkla söyleyebilirler. Zorunlu durumda size inanıyor gibi sizden gibi, hak veriyor gibi yapabilirler. Bunlara asla inanılmaması gerekir. Bu tür davranışlar onların olağan, fakat zehirli davranışlarıdır. Mutlak bunun arkasında bir hesapları mevcuttur. Onu da anlamak mümkün değildir. Bu dün de böyleydi yarında böyle olacak tarihte kaç sefer belirli hükümdarlar ve toplum önderleri bu iki kesimi karşı karşıya getirip anlaşın sorunlarınızı tartışın demişlerdir. Bu tartışmaların sonunda şiacılar ehlisünnete sonuna kadar hak vermiş, anlaşmaları imzalamışlar ancak, dışarı çıkar çıkmaz kendi sahte davalarını savunmaktan ıslama leke sürmeye devam etmekten asla vazgeçmemişlerdir. Yukardan beri söylenilen her şey şia kitaplarından alınmadır. Bilgi ve belgeye dayalıdır. Bir tek satır hariçten gazel okuma değildir. Şiiler takiyye konusunu ispatlamak için bir takım ayetleri de zorlayarak ispatlamaya calışmaktadırlar. Mesela onlar, Kasas suresindeki "İşte bunlara, sabrettiklerinden dolayı mükâfatları iki defa verilecektir" ayet-i kerimesini şöyle tefsir etmişlerdir: "Ehl-i Beyt’e takiyye prensibi üzerine gösterdikleri sabr u sebattan dolayı iki defa mükafat verilecektir." Bu anlam son derece yersiz ve münasebetsiz bir te’vildir; son derece keyfidir. Hazreti Ali’nin, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Osman’ın hilafetlerine rıza göstermesi, Hazreti Hasan’ın da Hazreti Muaviye için hilafetten vazgeçmesi ve imamlarının cemaat-ı müslimin’e karşı muhalefet izhar etmemeleri, Caferilere göre takiyye kabilindendir. Yani korkularından hakkı söylemiyerek, hakkı bırakıp haksızlığa yardımcı olmuşlar. Halbuki Hazreti Ali için korkuyu icap ettiren en ufak bir durum bile ortada yoktu. Takiyye inancının ortaya çıkmasının en büyük sebeplerinden birisi de ehlibeyt imamlarının ashabı kiramı övmeleri, onların Kuran’da ki üstünlüklerinin itiraf etmeleri, Üç halifenin imamet ve liyakatlerini kabul etmeleri, onlarla hısım akraba olmaları kızlarını vermeleri, çoçuklarına onların isimlerini vermeleri, aralarında güçlü bağın olması, Şiilerdeki akide bozukluğunu açıklamaları ve onlarla birlikte bu güzide insanların aleyhine konuşmamalarını izah edememeleridir. Şiacılar bu durumu kurtarmak adına takiyeye sarılmak zorunda kaldılar. Şiiler bu çıkmazdan kurtulmak için; imamların, bunu ancak takıyye gereği söylediklerini; fakat açığa vurduklarının aksine inanıyorlardı demek durumunda kaldılar. Takiyye için HZ Ali diğer halifelerin halifeliğine katlandı, Hz Ömer’e ses çıkarmadı, Hz hasan halifeliği muaviye’ye teslim etti. Hz Hüseyin sahabelere küfür etmedi, Hz. Zeyt takiye için diğer üç halifenin hizmetlerini övdü. Yani onlara göre bu imamlar haşa bu rezilliği takiyye için yaptı. Bu hiç onlara yakışır mı? Oysa, yukarda bahsedilen bütün konularda ehlibeyt imamları tek fikirdir. Hiç birisi din adına ashaba saldırıda bulunmamışlardır. Onların haklarını teslim etmiş, bildikleri yanlış davranışları varsa onu da söylemişlerdir. Onlar iki yüzlü olmaktan beri dost doğru insanlardı. Hayatta yalan söylemezler, ilkelerinden taviz vermezdi. Çok cesurdular. Hazreti Ali’den çok zayıf olan Hubab ibnül Münzır, elinde bir delili bulunmadığı halde korkmayıp Hazreti Ebubekir’in halife seçilmesine itiraz edip de, Hazreti Ali gibi büyük bir kahraman niçin sebepsiz yere sussun! Bu hiç mümkün mü? Hubab mücadelesini yaptı, hiç kimse ona kavlen veyahut fiilen bir eziyet vermedi. Hazreti Ali’nin bundan haberi de vardı. Şu halde susması korktuğu için değil, yanında bir delil olmadığı içindir. Son olarak deriz ki: Biz Ehl-i Sünnet olarak korkak bir Ali’yi tanımayız. Korkak Ali bizim değil, ancak Şiilerindir. Bizim Ali’miz ise büyük bir İslam kahramanıdır. Eğer takiyye yapsalardı hz Hüseyin ve zeyt şehit olmazlardı. Onlar korkak, aciz pısırık asla olmadılar. Şiacılar kendi vasıflarını imamlara yakıştırarak onlara ne büyük iftira attılar. Allah korusun. Şiacıların en büyük sermayesi Hz Muhammed’in ashabına düşmanlık, onları sevenlere lanet okumaktır. Şiacılar son yıllarda bu konuda yeni bir arguman kullanmaya başladılar güya "Ali hilafet meselesinde hiç direnmedi, muhalefet etmedi. Çünkü Hz. Peygamber ona: "Sen benden sonra kılıç kullanarak fitneye sebebiyet verme" diye tavsiyede bulunmuştur." Bu söylem tamamen i yalan, iftira ve cehalettir. Hz Peygamber hem onu ümmetin başına halife tayin etsin, hem de hakkı kabul etmekten imtina eden kimselere karşı kılıç çekmekten men etsin!..Bu sözler doğru olsaydı Hazreti Ali, Sıffın ve Cemel’de de Resulullah’ın tavsiyesine muhlefet edermiydi. Hazreti Ali’ye halifeliği teslim etmiyenler Şiilere göre küfrün en çirkin çeşitlerini alenen işlemiş olan sahabeye karşı hiç Hz. Peygamber "kılıç çekilmesin" diye hiç tavsiyede bulunur muydu? Bu aklen ve mantıken mümkün mü?.. Bu hususus hz Hüseyin in kıyamına tezat teşkil etmez mi? Durumu kurtarmak için her olaya bir kılıf bulmak için durmadan yalana müracaat etmek doğru mu? Ya da bu yalanlardan adım adım geri cekilmek önemli bir erdem değimli? Bugün sünni toplumların Şii dalgasına karşı kültürel bir sığınağı olmadığını görülmektedir. Çünkü Şia Mezhebi kin, nefret, yalan, tekzip ve İslam’da aşırıya gitme üzerine bina Edilmiştir. Ehlisünnet inancı bu kadar fitne fesat ve yalana karşı maalesef korumasızdır. İslam âlimleri yaratılmışlar içerisinde Şiileri yalancı olarak görürler. Bunlardan İbn Teymiyye der ki, “İlim ehlinin ve onlardan süre gelen nakiller silsilesiyle ittifak edilmiştir ki Şiiler en yalancı fırkadır ve onların yalanlarla dolu bir tarihi vardır”. Bu sebeple İslam âlimleri onları yalanda aşırı olanlar diye tanımlamışlardır. Şiiler, Ehli Sünnetin güvenini kazanmak için onlara güler yüz gösterip dinlerini açığa vurmazlar, onlara tazim de bulunmak üzere sahabenin faziletlerini ve akidelerini öğrenirler, ama tüm bu yaptıklarında samimi değillerdir, böylece bu hal üzere devam ederler. Sadece sizi aldatmak için size güler yüzle davranan bir topluluğa ne derece güvenip inanılır?! Irak işgalinde mazlum duruma düşen Müslümanların temsilcisi durumunda olan Zerkavi zor günlerde şii inancını taşıyanların davranış bicimlerini bakın nasıl tanımlıyor? Bunlar takiyye ve hile içerisindeki insanlardır; eğer onlar hususunda sessiz kalmaya devam edersen, buna mukabil onları sessiz bulamayacaksın! Eğer onlarla barış yapmak istesen onlar seninle barış yapmayacaktır. Eğer seninle görünürde barış yapmak isteseler, barışı bir aldatma yöntemi olarak kullanacaklardır ta ki senden kurtuluncaya dek. Bu durum sıradan Şiiler için de aynıdır. Belki onlardan birisi seni aldatmanın kapısı olan evine davet eder, yiyeceğinden yedirir ve içeceğinden içirir ve sana karşı cömert bir tutum sergileyebilir. Ama sen ayrıldıktan sonra yıkamaktansa kapları kırar, çünkü inanır ki su bir sünninin pisliğini temizleyemez, birçoğu yataklarını bile yakar. Bu sıradan bir şii’nin durumu, bir de siz düşünün ki bunların “Ayetlerinin (Şiiler arasındaki âlimlere verilen ad)” durumu nedir? Bizler ehli beytin destekçileriyiz. Sahih Akide üzere olanlar, Ehli Beyt’in ve sahabenin yolu üzeredirler ve Ehli Beyt insanların onlara yakıştırdıklarından beridir. Ehli Beyt Kur’an’ın ve sünnetin rehberliğini bırakmadı. Ehli Beyt’in arasında izzetli Ayşe’de vardır, peygamberin (s.a.v) hanımı ve onlar Allah’tan başka hiçbir şeyle rabıta kurmamış olanlardır ve Ehli Beyt masum olduklarını ileri sürmemişlerdir. Ehli Beyt, Ehli Sünnet’tir ve Ehli Beyt peygamberin (s.a.v) ailesi olmaları hasebiyle bizim kalplerimizdeki en sevgili olanlardır. Bu Şiiler Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia ederler ama hakikate onlar Ehli Beyt’in en azılı düşmanlarıdırlar. Gerçekte Ali’den (r.a) nefret ederler Selman Farisi (r.a) dışında tüm sahabenin kâfir olduğunu iddia ederler. Yani işte onların tarihi budur öyle bir tarih ki Ehli Beyt’e atfettikleri sevgi yalanıyla dolu, Ali (r.a) Muaviye ile barış antlaşması imzaladığı zaman Hasan b. Ali’ye (r.a) ihanet edenler kimdi, sebep neydi? Onlar, Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia edenler tarafından ihanete uğramışlardı, o da biliyordu ki onlar zafere kadar onunla beraber savaşmayacaklardı, bu sebeple o barışı seçti ki bu ne büyük bir antlaşma idi. İki Müslüman gurubun yaptığı bu büyük antlaşmayla ilgili olarak peygamberin ümmete verdiği müjde sizler için yeterlidir. Müslim b. Akil’e ihanet edip onu hüsrana uğratanlar, Hüseyin’in (r.a) öldürülmesine neden olanlar kimlerdi? Tüm bunların hepsinin nedeni Şiilerin ihaneti değil miydi? Tüm bunlar (sebepler) gösteriyor ki onlar Ehli Beyt’in düşmanlarıdırlar ve Şiilerle Ehli Beyt’in farklılıkları doğu ile batının farklılıkları gibidir. Ehli Sünnet, Ehli Beyt’in destekçileridirler ve bu yolda onların sevgilileridirler ve onların sevgileriyle iman üzere kalırlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder