25 Ağustos 2010 Çarşamba

HZ HÜSEYİN' ŞEHADETE GÖTÜREN SÜREC

İslam coğrafyasındaki olumsuzlukları arkasına alarak islama fitne sokma hareketini yerleştiren Abdullah İbni Sebe hayatı boyunca bu faaliyetlerine devam etti. Göle yoğurdu tutmuştu. Ortaya koyduğu görüşleri, İslam akidesince kabul görmemesine rağmen bunu bir şekilde İslamlaştıracaktı. Şimdi bu fikirlerin altının doldurulması gerekiyordu. Bunun cevabı da tabi ki onda hazırdı. Uzun vadeli planlar zamanı geldikçe bir bir sisteme dâhil edilecek başlangıçtan sonra kendisi olmasa da bu işler yürüyecekti. Çünkü zaman, zemin ve mekân buna çok uygundu. İran faktörü kafasındaki planla bire bir örtüşüyordu. Hz. Ali nin yapısı davranışları ve inançları ile plandaki uyumsuzluğu da takiyye bağlayacaktı. Takiyye fikrinin ardında çok işler kurtarmak mümkündü. Temel sağlam atıldıktan sonra gerisi kolaydı. Süreç planladığı gibi de devam etti.
Sürecin tarihi gelişimini takip etmeye devam edersek;

Hz. Ali haince arkadan vurulduktan sonra kendisini vuran ibni mülcem'in öldürülmemesini" söylemiştir. Bunu söyleyecek kadar gücü olmasına rağmen toplam 17 oğlundan hiçbirinin halife olmasını vasiyet etmemiştir. Böyle bir şeyi düşünseydi, onu da söyleyebilirdi. Şahadetinin ardından yerine büyük oğlu Hz. Hasan Halife seçildi.

Şii tarihçilerinden olan Isfehanî, Hz. Hasan’a ilk biat edenin Abdullah b. Abbas oldugunu söylemektedir.[ Ebû’l-Ferec el-Isfehanî (356/966), Mekâtilu’t-Talibiyyîn, (thk. Ahmet Sakar), Beyrut 1987, 52 ). Ancak Abdullah b. Abbas, Hz. Ali’nin Basra valisi idi ve o anda Kûfe’de olmayıp görevinin başında bulunuyordu.[ Ali Yasin, 122] Zaten Isfehanî Hz. Hasan’a ilk biat eden şahsin Abdullah b. Abbas olduğunu söyledikten sonra Muaviye tarafından Hz. Hasan’ın hâkimiyetinde bulunan kentlere casusların gönderildiğini, Kûfe’ye gönderilen casusun Hz. Hasan, Basra’ya gönderilen casusun da Basra valisi Abdullah b. Abbas tarafından yakalanarak idam edildiğini belirtmektedir.[ Isfehanî, Mekâtil, 54] Görüleceği gibi İsfehandı daha önceki söylediği ile tezada düşmekte bir noktada kendi kendini yalanlamaktadır ki bu da şii tarihçilerinin en büyük özelliğidir. Abdullah b. Abbas’in o tarihte Basra’da olduğunu kabullenmektedir. Ibn A’sem’in de Abdullah b. Abbas’ın Basra’dan Hz. Hasan’a mektup yazip, Muaviye ile savasa devam etmesini tavsiye ettiğini söylemesi de[Ibn A’sem, III/IV, 285] Abdullah’ın, Hz. Hasan’a biat ettiği tarihte Kûfe’de olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Hazreti Hasan babasının halifelik yaptığı dönemde de aktif çalışmaların içinde bulunmuş bir kişi olarak ülkenin içinde bulunduğu karışıklıkların sonucunun nereye doğru gittiğini görmekte bunun çözümü ve halifelik konusunda dedesi Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Benden sonra hilafet 30 yıldır. Ondan sonra ısırıcı saltanat başlar.”, ” Benim bu oğlum seyyiddir, umulur ki, Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasını bulacaktır.” sözleri gereğince muaviye ile anlaşma yaparak halifelik'ten 662 yılında çekildiğini bildirdi.

Hz. Hasan; muaviye (r.a) karşı “Kur'an’a ve sünnete uyması, şura kararlarına göre hareket etmesi ve Hz. Hasan yandaşlarından intikam almaması” şartlarını öne sürdü. Bunu kabul eden Muaviye (r.a), biat almak üzere Kufe’ye gitti. Orada Muaviye (r.a) halka hitap ettikten sonra minbere cıkan Hz. Hasan şöyle dedi;

"Ey Irak halkı! Benim gönlüm sizden soğudu. Babam Hz. Ali’nin sağlığında bunca muhalefetler ettiniz, bir gün O'nu gamsız bırakmadınız. Nihayet babamı öldürdünüz. Bana da bunca zahmet verdiniz; üzerime hücum eylediniz; beni yaraladınız. Henüz yaram iyileşmedi. Malımı yağmaladınız. Ey Irak halkı! Eğer siz ehl-i beyt-i Rasulullah'a eza kıldınızsa da Allah hıyanette bizimle sizin aranızda hâkim ve kâfidir. Şu halde ben Muaviye’ye biat ettim. Sizin biatinizden bizar oldum." dedi.

Daha sonra Muaviye ile yaptığı bir anlaşma ile ona biat etti. Bu anlaşmanın önemli maddelerinden birisi de "Muaviye kendisinden sonra kimseyi yerine tayin etmeyecek; aksine bu iş(hilafet), ondan sonra Müslümanların şurası ile tesbit olunacaktır" şeklindedir ki bir şii yazar olan Gölpınarlı da Tarih Boyunca islamm Mezhepleri ve Şiilik (istanbul 1979),377 eserinde bu görüşü paylaşmaktadır.

Hasan (r.a.)'dan sâdır olan en önemli şey Onun kendi isteğiyle babasından sonra ( Ali'nin (r.a.) vefatından sonra) Muaviye'ye biat etmesi ve halifeliğin bir şura tarafından seçilme şartı koymasıdır. Siacıların bu biata iştirak etmeleri hak olduğuna da inanmaları gerekirdi. Çünkü onlara göre bu biat masum olan bir zâttan Yani ikinci İmam Hz Hasan dan sadır olmuştur. Hâlbuki onlar bu biati inkâr ederek masum olan imamlarına muhalefet ettiler. Bu durum ancak iki şekilde izah edilebilir:

Ya oniki imamlarının masum olduklarına dair olan iddiaları yalandır. Ki böyle bir iddia ile bütün inançları sarsılmış olur. Çünkü masumiyet onlarda esastır.

Ya da Hasan’ın (r.a.) masum olduğuna inanıyorlar. Onun biati da masum bir kişinin amelidir. Fakat onlar bunu kabul etmezler. Masumun uygun gördüğüne muhalefet ediyorlar. Bunu da nesilden nesile aşılıyorlar. Şu halde masuma muhalefetleri küfürdür.
Meselenin özünde Hazreti hasan son derece ileri görüşlü gelişmelerde Allah ın muradını anlayan bir yapısı vardı. Hilafeti korkaklığından bırakmış değildi. Kendileri için hilafetten ziyade imametin ön planda olduğunu görmüştü. O günkü şartlarda gittikçe genişleyen İslam coğrafyasındaki cehaletinde arttığını görmekteydi. Bunun giderilmesi ilim adamı yetiştirilmesi görevinin birileri tarafından yürütülmesi gerektiğini biliyordu. Bu çalışmalarını sürdürürken genç yaşta Allahın rahmetine kavuştu. Hasan, ölümüne yakın kardeşi Hüseyin’e önemli mesajlar vermişti:
"benim anladığıma göre, Allah velayet ile hilafet'i bizde birleştirmeyecek!"
Sonra şöyle devam etmişti: "HZ. Ayşe'ye sor. Eğer izin verirse, beni dedimin yanına defnet. Ama karışıklık çıkarsa, vazgeç!"
Bunu Mervan haber alınca, "biz oraya kimseyi defnettirmeyiz," dedi. Bunun üzerine Hüseyin’in taraftarları silaha sarıldılarsa da, Hasan’ın sözlerini hatırlayarak savaştan vazgeçtiler. Hz.Hasan, baki mezarlığına defnedildi.
Hasan’ın velayet ve hilafet hakkındaki sözleri gerçeğin tam ifadesi idi!
Zaten bunu sezdiği için kendisi hilafet'ten vazgeçmişti!
Şiacıların ortaya koyduğu planlarına uymayan bu gelişmelerin nasıl ters yüze çevrildiğini, olaylara kılıf bulma adına gerçek tarihi nasıl saptırdıklarını artık sık sık görmeye devam edeceğiz.
Bu gelişmelerden Hz. Hasan ın mukaddes davadan yüz çevirdiği, emevilere karşı hasan ve hüseyinin farklı tutumları nedeniyle imametin tartışmalı hale geldiği anlamını çıkartan ve bunu hazmedemeyen Şiilerin bir kısmı Hz. Hasanı “müminlerin yüz karası” olarak ilan etmeye karar vermişlerdir. Şii düşünürlerden Nevbahati bu çelişkiler yüzünden şia inancını terk edenlerin değerlendirmesini şöyle bildirmiştir.

“Hüseyin şehit edildiğinde, taraftarlarında bir grup söyle demişlerdir: Hasan ve Hüseyin’in yaptıkları işi anlayamıyoruz; şayet Hasan’ın taraftarlarının çokluğuna ve güçlü olmasına rağmen Muaviye ile sulh yapıp savaşmaktan aciz olduğunu kabul etmesi gerekli ve dogru bir iş ise, taraftarları az ve zayıf olan Hüseyin’in, daha çok adamı olan Yezid’le, kendisinin ashabının tamamının ölümüne müncer olan muharebesi batıldır ve vacib değildir; çünkü şayet Hüseyin yezid’le savaşmaktan vazgeçip sulh taleb etseydi, Muaviye ile savaşmaktan vazgeçen Hasan’dan daha çok mazur görülürdü. Eğer hüseyin’in, kendisi, çocukları ve taraftarları katledilinceye kadar Yezit’le savaşması vacip ve doğru bir iş ise, yanında çok sayıda taraftarı bulunduğu halde Maviye ile savaşmayı bırakan Hasan’ın yaptığı iş batıldır. Bu yüzden bir kısım Şiiler, Hasan ve Hüseyin’in imametinden müşteki oldular ve onlardan ayrılarak diğer Müslümanların içine karışıp dağıldılar” bu düşünce yoğunlaşıp kendi inanclarından ayrılmaların sürdüğünü gören Şiacı stratejistleri bu durumu kurtarmak için düşündüklerinin tam tersini yapmak zorunda kalmışlar ve bu tartışmayı Hz Peygamberimize söylettirdikleri şu hadisle imameti kurtarmaya çalışmışlardır.

“Hasan ve Hüseyin huruç etmeseler de etseler de imamdırlar”!

Bunun akabinde Hazreti Hasan’ın yaptığı her şeyin Allah tarafından emredildiğini, halifeliği bırakmasının da Allah’ın emri ile yerine getirdiğini söyleyerek durumu perçinlemişlerdir. Konu ile ilgili Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29

Artık bu sözden sonra Şiilerin; imamlar adına söyledikleri hiçbir inanc akidesi kimse tarafından tenkit edilemeyecek ve sorgulanamayacaktı. Çünkü her davranış o mühürlü mektuba göre yapılmaktaydı.
Konu ile ilgili bir başka haber Yezîd b. Humeyr b. Abdurrahman b. Cubeyr’in ağzıyla Hasan’a söylettirilen haberde “Arapların çoğunluğu bana itaat etmekteydiler. İstediğim ile savaşıyor, istediğim ile barış imzalıyorlardı. Ama ben bütün bunlara rağmen hilafeti Allah rızası ve ümmetin kanının dökülmemesi için terk ettim.”ifadesi de yukarıdaki hadisi tamamlaması için inşa edilmiş gibidir.
Yine şia üstadları Cemel, Sifin savaşlarında Hz. Ali ile Kerbela’da Hz.Hüseyin ile savaşmış olan Emevileri toptan cehenneme göndermek için, yine Hz. peygamberimize; ” Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’e söyle demiştir: “Sizinle savaşan kimsenin düşmanı, sizinle barış halinde olanın dostuyum”. Sözünü söyletmişlerdir.
Yine Hz Hüseyin in Hz Aişe’ye giderek Hz. Hasan’ın dedesinin yanına defnedilmesi konusunda müsaade istemesi ve izin alamaması üzerine; “Hüseyin (as) Aişe’nin [kendisine gitti ve onun talakını verdi. Çünkü Resulullah, kendi eslerini boşama yetkisini kendisinden sonra Emiru’l-mü’mîn’e [Hz. Ali] vermişti. O da kendisinden sonra Hasan (as)’a vermişti. Hasan da Hüseyin (as)’e vermişti. Resulullah [bu yetkiyi verirken de] söyle buyurmuştu: Eslerimin içinde Kıyamet günü beni göremeyecek olanlar, vasilerim tarafından talakları verilmiş olanlardır” diyerek saçmalamada ne derece zirve yaptıklarını görmek mümkündür.
Muaviye’yi Hz. Peygamberin minberinde görmeye tahammül edemeyen Siîler
bir taraftan Peygamberin Muaviye’yi lanetlediğini ve “Onu minberimin üzerinde görürseniz, öldürünüz” dediğini aktarırlarken, diğer taraftan, “Resulullah rüyasında Ümeyye oğullarının birbiri ardınca minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya onu üzdü kendisini teselli etmek için yüce Allah Kevser suresini nazil buyurdu” iddiasında bulunmaktadırlar. Bir birinden iki ayrı duruşu ifade eden bu haberlerden ilki, daha erken döneme ait iken, ikinci haber ise Emevî hanedanına mensup halifelerin peş peşe iktidara geldikleri bir döneme aittir. Nitekim rivayetteki teslimiyet havası Emevîlerin güçlü olduğu dönemlerde uydurulmuş olduğunu göstermektedir. Ibnu’l-Esîr, hilafeti Muaviye’ye teslim ettiğinden dolayı eleştirilen Hz. Hasan’in kendisini savunmak için bu haberi kullandığını söylemektedir.
Yaşanmış olaylardan sonra yaşananlara kılıf bulma ve durumu kurtarma adına döndürmedik dolap bırakmamışlardır.
Yukarıda sadece bir kaçını aktarmış olduğumuz haberlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Hasan dönemi sonraki kuşaklar tarafından birçok kez restorasyona tabi tutulmuş ve “tarih kurgulayıcıları” tarafından birden fazla kurgulanmıştır. İste “tarihin geriye dönük olarak okunması”nın en güzel örneği olan, bu kurgu tarih içerisinden doğruyu bulup çıkarmak İslam tarih yazarlarının önündeki en büyük problemlerden biri olarak durmaktadır.
İslam dünyasında, Hz. Hasan'ın Kendisine Kufe ve ' Basra'da yaıpılan bey'atla tevdi edilen hilafeti Muaviye ile anlaşıp ona devretmesi üzerine bu işi tamamlanmış ve kapanmış bir mesele olarak telakki etmiştir. Bunun dışında Hz Hasan ın imamlığı konusunda bugünkü şia anlayışı doğrultusunda her hangi bir beyatı görmek o günlerde yazılan şii kaynaklarında da görmek mümkün değildir. Yukarda da bahsedildiği gibi özellikle büyük kayıp olarak nitelendirdikleri on ikinci imamdan sonra ayrıştırıcı türdeki kaynakları görmek mümkündür.

HZ Hüseyin dönemi ve sonrası gelişmeler

ilk Şii müelliflerinden olan Ebu Mıhnef (157/773), ed-Dineveri (282/895) ve Yakubi (292/904) kitabında; Hz. Hüseyin’in kardeşinin Muaviye ile yaptığı anlaşmaya karşı çıkmadığını, hatta kendi imameti ile alakalı Muaviye aleyhinde her hangi bir faaliyetde bulunmak şöyle dursun, bilakis, bu husustaki birtakım kıpırdanışlara fırsat vermediğini rivayet ederler. Mesela, Hz. Hasan'ın vefat haheri Kufeye ulaşınca, onların Kufe'deki taraftaları Süleyman b. Surad'ın evinde toplanarak, Hz. Hüseyin'e, Hz. Ali ve Hz Hasan’ın başlarına gelen musibetin intikamını almak üzre emrini beklemekte olduklarını hildiren hir mektup gönderirler (YiikCıbI, 2/216-7; Ehfı Mıhnef, 5-6.) Daha sonra Huier b. Adiyy'in mescitlerde Hz. Ali'nin kötülenmesi faaliyetine karşı çıktığı için öldürülmesi (51 /671) üzerine, Küfe'nin ileri gelenlerinden biri, hem hu haberi iletmek hem de Hz. Hüseyin'i getirmek maksadıyla Medine'ye gelir. Bu durumu haber alan Muaviye, Medine valisine Hz.Hüseyin'i rahatsız etmemesini; çünkü kendisine bey’at ettiğini bildiren bir mektup yazar. Ayrıca Hz. Hüseyin'e de, fitneyi seven kötü huyluların kendisini ayağa kaldırmaması tavsiyesinde hulunur. Bunun üzerine Hz.Hüseyin de ona hir mektup yazarak, "Ne seninle harbetmek istiyorum, nede sana karşı çıkıyorum" der. ed-Dineveri, bu olayı naklettikten sonra şunları da ilave eder (Dinenri, el.Ahbiir, 2,,4-25. )

"Ne Hasan ne de Hüseyin, Muaviye'nin hayatı boyunca. kendi şahısları adına ondan kötülük ve çirkinlik görmediler. Muaviye de , ne onlara şart olarak ileri sürdüğü şeylerden birini kesti ne de onların iyiliğine olan birşeyi değiştirdi".

Maamafih Hz. Hüseyin, Muaviye'nin iktidarı sırasında olanlara ses çıkarınayıp kendi köşesinde taat ve ihadetle vakit geçirmiş ise de, durumun 56/676 yılından sonra değişmiş olması muhakkaktır; çünkü bu yılda, Muaviye'nin oğlu Yezit’e bey’at edilmesini istemesi(Mes’udi'ye göre (3/27) beyat isteme yılı 59/679'dır. ), hemen bütün Müslümanlarda olduğu kadar Hz. Hüseyin’i de gönülden sarsmış Ve tedirgin etmiştir.
Muaviye, Küfe valisi el-Mugire b.Şu’be’yi azledip yerine Said b. El-As’ı vale yapmak ister. Ancak, bunu haber alan Muğire, derhal Şam'a gider ve Muaviye'nin oğlu Yezid'le görüşür. Ona, "Şüpke yokki Nebi (s.a.s.)'nin ashahı, Kureyş'in büyükleri ve yaşlıları gitmiş; onların oğulları kalmıştır. Sen de bunların arasında en üstünü, en isabetli görüş sahibi sünneti ve siyaseti en iyi bilensin. Bu yüzden Emiru’l Mü’minin’i(Muaviye), sana bey’at almaktan alıkoyan şeyi bir türlü anlamıyorum” der… Bu fikir Yezid’de olgunlaşınca, durumu babasına bildirir. O da Mugire’yi çağırarak işin aslını araştırır. Ve Yezid’e ne dediğini sorar. O da şu cevabı verir. “Ey Mü’minlerin Emiri! Osman’dan sondra kan dökülmesi ve ihtilafın neye mal olduğunu gördün. Yezidi senden sonra halif kıl ve ona bey’at al”…( lbnu'l.Esir, 3/503 v.d.; Tarihu'I-islam, 1/281; TaberI, 2/173 v.d. ) Böylece Mugire, şahsi menfaati icabı yalnızca altından kaymakta olan Kufe valiliği koltuğunu korumakla kalmaz, aynı zamanda islam dünyasına artık halifenin seçimle gelme geleneğini ortadan kaldırıp saltanat sistemine geçişin yollarını acmış olur. Elbette höyle bir durum. o zamana kadar Arapların ve Müslüman'ların anlayışlarına uygun olmadığı için yadırganacaktır. Ayrıca Yezid gerek inancı ve davranışları, gerek yaşayışı bakımından Müslumanların daima tenkit ettikleri ve hatta “fasık” saydyıkları biri idi.
Nitekim Mugire nin tesiriyle Kufe, Ziyad b. Ebihi nin korkusuyla Basra ve tabii başta Şam, Yezid’e beyat etmiş olmakla beraber, hala daha Müslümanların kalbi ve merkezi durumunda olan Medine nin böyle bir usulsuzlüğü ve hele Yezid gibi nefretle bakılan birinin halife namzedliğini kolayca kabul etmesi beklenemezdi. Muaviye de Mugire nin şahsi menfaati uğruna ortaya attığı bu korkunç derecedeki kurnazca oyunu siyasi dehasıyla ve bu fikrin muhaliflerini sabırla ve zaman zaman da hile ile yola getirmenin ince hesaplarnını yapar. Önce Medineye Vali yaptığı Mervan b.el-Hakem’e Yezid’den söz etmeksizin, bir mektup yazarak artık yaşlandığını ve ümmetin kendisinden sonra bir ihtilafa düşmesinden korktuğunu; bu sebepten kendisinden sonra yerine bir halef seçmeyi düşündüğnü ama işi Medinedekilerle iştişare etmeden bitirmek istemediği için durumu onlara arzetmesinini ve ona sunulacak teklifleri kendisine bildirmesini ister.
Burada net olarak görülüyor ki Muaviye her şeyden önce bir nabız yoklamakta ve Yezid in adını bildirmeden evvel Müslümanların yerine halife tayin etmesi fikrine yatkınlıklarını araştırmaktadır.
Mervan durumu halka arzeder onlar da uygun bulurlar. O da onların muvafakatının Muaviye’ye bildirir. Bunun üzerine Muaviye, Mervan’a bir mektup daha yazarak yerine halef kıldığı oğlu yezid’e beyat alması için kendisine güvendiğini söyler. Mervan mektubu mescitte okuyunca Müslümanlar dehşete kapılırlar heyecanlanıp öfkelenirler.
Nitekim Abdurrahman b. Ebi Bekr, Mervan'a, daha başlangıçta gerek kendisinin gerek Muaviye’nin yalan söylediğini, Ümmetin başına Babadan oğula geçen "Heraklins" sistemini getirmek istediklerini Söyleyerek hu teklife karşı çıkarken, Ahdulla. b h. Ömer, Yezid'in fasıklığından, Ahdullah b. ZuIıeyr ise Allah'a karşı gelene itaatın olmayacağından ve onun dini ifsad edişinden dolayı açıkça itirazda hulunurlar ve bey'atı reddederler. Bu gruha Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib de dâhildir. Mervan, hu durumu Muaviye’ye intikal ettirir ve mezkûr şahısların Muhalefeti sehebiyle halkın bey'attan imtina ettiklerini bildirir. Bunun üzerine Muaviye, yine aynı yılda (56/676), Hicaz'a gider; Medine'de. bey' ata muhalefet eden dört kişi ile görüşiir. İbnu'z-Zubeyr, Muaviye'ye ya yerine kimseyi bırakmaksızın vefat eden Resulullah (s.a.s.)'dan sonra ashahın yaptığı gihi razı olacakları bir şahsı seçmesini, yahut Hz. Ehu Bekir'in yaptığı şekilde kendi soyu ile ilgisi olmayan Hz. Ömer gibi dinin direği olan birini vasiyet etmesini, yahut da Hz. Ömer'in yaptığı gibi, meseleyi altı kişilik hir şuraya hırakma; şeklindeki üç yoldan birini tercih etmesini söyler. Diğerleri de hu görüşe katılırlar. Ancak Muaviye, yaptığı işten dönmeyeceğini, şayet içlerinde hiri müsbet veya menfi herhangi bir Şey söyleyecek olursa kellesini uçuracağını söyleyerek, herbirinin arkasma silahlı birer adam diker ve onlarla birlikte minbere kadar gider. Sonra, "Bu topluluk kendilerine danışılmadan hiçbir şeyin yapılıp kotarılmayacağı Müslüınanların efendileri ve seçkinleri olan kimselerdir. İşte bunlar razı oldular ve Yezid'e hey'at ettiler. Siz de Allah'ın adı üzerine beyat ediniz 2;!" der. Bunların beyatını gözetmekte olan halk da beyat eder. Sonra o gidince, bunlara, "Hani beyat etmeyeceğinizi ileri sürüyordunuz; şimdi niçin razı oldunuz ve bey'at ettiniz?" deyince: onlar, "Allah'a and olsun ki bey'at etmedik" cevabını verirler. "Pekiyi sizi durduran neydi?" diye sorduklarında da, "Az daha öldürülmekten korktuk!" derler(lbnu'l-Esır, 3/505-51 ı. ) Böylece Yezid'e, mezkur dört kişi dışmda, halk tamamen bey'at etmiş olur.
Muaviye hayatta iken etrafındakilerinin telkini ile bir takım kötü huyları olan oğlu yezit’i yerine tayin etmeye kalktı ve Yezit’e Şam ve ırak halkının biat etmesini sağladı. Ancak, hicaz ahalisi yezid'e sonuna kadar biat etmedi. Yezitde bu bölge valilerini biat için zorlamadı. Muaviye, medine'ye gelerek Hüseyin ve yakınları ile konuştu. Onlar da muaviye'ye, "Hz. Muhammed'in veya ilk iki halife'nin yaptığını yapmasını" tavsiye ettiler... Yani yeni halife'yi şura tespit etsin, dediler.
Muaviye, bu teklifini kabul etmedi. Mescitte minbere çıktı, "tarafsızlar biat etti, siz de edin," diyerek halkı kandırdı. Onlar da yezid'e biat ettiler. Böylece Hüseyin hicaz'da da yalnız kalmış oldu. Etrafta peygamber zamanından kalan insan da pek kalmamıştı, bu da muaviye'nin işini kolaylaştırıyordu. Böylece 680 yılına kadar hüküm sürdü.
Muaviye hayatta iken halkı oğlu yezit’e biat ettirdiği için, ölümünden sonra bir kargaşa çıkmadı. Halifeliği döneminde ehlibeyt mensuplarına insaflı olması konusunda oğluğa tavsiyelerde bulunduğu söylenir. Bu hususla ilgili farklı kaynaklardan örnekler verilecek olunursa; Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde Urdu dilinde yazdığı ve sonrada farscaya da tercüme edilen kitabında, şii kitaplarındaki alıntılarla tarihi olaylara ışık tutar. Mesela; Kitabının On-birinci sayfasında
“Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında: “Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!”
Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında: “Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!” Yine bu tarihin 38. sayfasın; “İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal’dan bol ihsanda bulunurdu.”
Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)
Yani sözün kısası babasından bu tür vasiyetleri alan Yezid sonunda halife oldu...
Ancak içi rahat değildi. En büyük endişesi, kendisine biat etmeyen Hz.Ali'nin oğlu Hüseyin, amr'ın oğlu Abdullah ve Zübeyir’in oğlu Abdullah idi.
Amr, muaviye'nin kurnaz hakem'i idi. Ama oğlu ne muaviye'ye ne de yezid'e yakın olmuştu.
Yezid, medine valisi ebu süfyan'ın torunu velid'e bu kişilerden derhal biat almasını emretti. Eski medine emiri mervan da velid'e "eğer etmezlerse, onları öldürmesini" tavsiye etti.
Hüseyin, "biz gizli biat etmeyiz. Halkı topla onların huzurunda biat olayı gercekleşsin," dedi. Velid halkın hüseyin'in konuşmasından etkileneceğini düşünerek kabul etmedi. Ancak hüseyin'in kendisine cevap vermek için geldiği saraydan çıkmasına izin verdi.
Hüseyin ve iki arkadaşı o gece yanlarına kardeşlerini, ailelerini ve yakınlarını da alarak medine'den ayrıldılar. Mekke'ye gittiler. Geride sadece hüseyin'in kardeşi muhammed bin hanife, yani hz. Ali'nin başka bir kadından olan oğlu kaldı.
Hz Hüseyin Kûfe’ye onların kendilerine yaptıkları davet üzerine gidiyordu. Ailesini yanında götürmesinin sebebi, Küfe’ye yerleşmek; kendisine biat edecek olan Küfelilerle davasını daha geniş kesimlere yaymak ve mücadelesine orada devam etmek için gidiyordu. Mekke'ye yaklaştıklarında ashab'tan abdullah bin muti, "uğurlar olsun! Mekke'ye ulaştıktan sonra sakın kûfe'ye gitmeyesin! Baban orada şehit oldu, kardeşin hilafet'i orada bıraktı, harem-i şerif'ten ayrılma," diye nasihat etti. Allah’ın hikmeti hüseyin bu nasihate kulak vermedi
Yezid'in üzerlerine gönderdiği kuvveti, zübeyr'in oğlu abdullah yanındakilerle yendi. Bu arada kufeliler haber gönderip hüseyin'i davet ettiler. Abdullah bin amr, hüseyin'e,
"gitme! Çünkü Allah, resulullah'ı dünya ve ahıret'ten birini seçmekte serbest bırakınca, o ahıret'i seçmişti. Sen onun etinden bir parçasın. Dünya'ya nail olamazsın." Demişti
Abdullah b. Abbas ve İbn Ömer gibi zatlar Hz. Hüseyin’e Kûfe'ye gitmemesini, zira Kûfe halkının itimatsız olduğunu söylemişlerse de onu kararından vazgeçirememişlerdir. Nitekim Abdullah ibni abbas
"ey amcamın oğlu! Ben kûfe halkından korkarım. Gaddardırlar. Sen hicaz halkının efendisisin. Mutlaka buradan çıkacaksan, bari yemen'e git. Ora halkı babanı sever,"
Dedi.
Ancak kufe halkı ısrarla Hüseyin’i çağırınca, o da yola koyuldu. Halbuki hz. Hüseyin'i ikaz edenler onun gerçek dostu, gerçek şia'sı idi!.. Şia'yı dinlemesi gerekirdi...yolda kendisine 30.000 kişi biat etti.
Hüseyin yola belki de halife olmak için çıkmamıştı. Onun iktidarı ele geçirme sevdasıyla hareket ettiğini söylemek büyük bir haksızlık olacağını kanaatindeyim. Nitekim İbn Esir’in el-Kamil fi't-Tarih'inde. “Hz. Hüseyin'in, zâlime karşı çıkmak gerektiği yoksa Allah’ın karşı çıkmayanı da zâlimle birlikte aynı yere koyacağını bildiren bir hadis naklettikten sonra şöyle dediği kayıtlıdır: “Yezid ve İbn Ziyad, devamlı olarak şeytana uymaktadırlar. Allah’a ibâdet etmeyi bırakıp devamlı fesat çıkarmış, Allah’ın kanunlarını işlemez hale getirmişlerdir. Devletin hazinesini kendi aralarında paylaştırmaktadırlar. Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılmaktadırlar. Bunu kabul etmeyip karşı çıkmak ise herkesten önce benim vazifemdir.” Dediği, Şia kaynaklarında da Hz. Hüseyin’in üvey kardeşi Muhammed bin Hanefiyye’ye emaneten bir mektup bıraktığı, bu mektubunda “Benim bu yolda doğruluğu emretmek ve kötülükten sakındırmak, ceddimin sünnetini ihya etmekten başka bir amacım yoktur” dediği yazılmaktadır.
Bu arada yezid halkın şikâyet ettiği Numan bin beşir'in yerine Abdullah bin ziyad'ı kufe'ye vali tayin etmişti. Abdullah gelir gelmez durumu kontrol altına almış, hüseyin'i bekleyen topluluğu dağıtmış, başlarında bulunan Hüseyin’in amcaoğlu Müslim’i de idam etmişti.
İdam haberi gelince, Hüseyin’in yanındakiler de dağılıp gitti. Hz. Hüseyin'i de yalnız bırakan Kûfeliler, daha sonra Müslim'in şehit edilmesinde de onu korumakta zayıf davrandıkları ve yalnız bıraktıkları görülür. Desteklemeye söz verip sonra sözünü tutmayan bu insanlar sempatizan'dan öte değillerdi. Aralarında Hüseyin’in yoluna başını koyacak kişi pek yoktu.. Sonuçta sadece ailesi (ehl-i beyt) ve çok yakınları kaldı... Ki işte asıl bunlara şia demek gerekir. Can dostu anlamına kabul edilebilir... Ama hala ortada bir mezhep ayrılığı filan yoktu. Bırakıp gidenlerin de şialıkla bir alakası yoktu.! ama hep bunu yapıyorlardı önce iyi niyet ve büyük bir arzu ile çağırıyor söz veriyor, zoru görünce direnemiyor destek vermekten vazgeçip acı olaylara sebep oluyorlardı.
Ama Hüseyin (ra.)yola cıkmıştı bir kere onun için bu yol dönüşü olmayan bir yoldu. Duruma bakılırsa dönmesi gerekirdi. Akabe'ye yaklaştığında bir arap şahıs, hüseyin'i karşıladı ve


- "Allah aşkına geri dön! Çünkü kılıçların üstüne gidiyorsun,"


Dedi. Hüseyin de,
- "dediğin, bana gizli değildir. Ama Allah’ın emrine kimse karşı gelemez,"
Diye cevap verdi... Bundan da anlıyoruz ki, hüseyin başına gelecekleri biliyordu!.. O sadece ilahi takdir'e uydu.
Kûfe yakınlarında hurr adındaki yezid'in komutanı, emrindeki 2000 asker ile onlara yetişti. Hüseyin,
- "ben buraya sizin davetnamelerinizle geldim. Eğer siz döndünüzse, ben de döner giderim,"
Dedi... Hurr,
- "benim davetnâmelerden haberim yok. Sizi Abdullah’ın huzuruna götürmek için emir aldım,"
Diye cevap verdi... Hüseyin belki de yanındakileri tehlikeye atmamak için, dönmek istedi. Ama izin vermediler!.. Abdullah bin ziyad'ın emriyle de susuz bir yerde, kerbelâ diye bilinen mahalde konaklattılar. Sonra 4000 asker daha geldi.
Abdullah,
—biat etmezlerse su vermeyin,
Dediği için kendilerine su verilmedi. Böylece çoluk çocuk 8 gün orada susuz kaldılar. Sonra gene Abdullah’ın emri ile askerler üzerlerine saldırdı. Hüseyin izin vermesine rağmen, kimse onu terk etmedi.
Rivayete göre yanında 72 kişi vardı. 6000 askere karşı tertibat aldılar. Hurr yaptıklarından pişman olmuştu ama, artık komutan değildi, yeni komutan sad ibni vakkas'ın oğlu amr idi. Durumu değiştiremeyen hurr, atını sürüp Hüseyin’in yanındakilere katıldı!..
Bir sürü olaylar, teke tek vuruşmalar, acıklı konuşmalardan sonra muharrem ayının 10. Günü Hüseyin ve yanındaki erkekler ve kadınlardan bazıları çarpışmalarda şehit oldu. Diğer kadınlar ve üç oğlu kurtuldu... Bunlardan zeynel abidin o tarihte 20 yaşında idi.
Şehit olanlar arasında Hüseyin’in oğulları ali ekber ve Abdullah;

Hasan’ın oğlu ebubekir ve kasım; hz. Ali'nin 6 oğlu, yani kendisinin kardeşleri olan Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed ve ebubekir; amca oğlu (hz. Ali'nin kardeşi Cafer’in oğlu) Abdullah’ın oğlu avn ve Muhammed ve yine amcası (hz. Ali'nin kardeşi) âkil'in oğlu Cafer ve abdurrahman; yine amca oğlu Abdullah; amca oğlu (hz. Ali'nin kardeşi âkil'in oğlu) müslim'in oğlu Abdullah; ve ebu Sait’in (amca âkil'in oğlu) evlâdı Muhammed de vardı.
Nihayet amr'ın komutası altında savaşan şemir adlı mel'un kişi şehit düşmüş olan Hüseyin’in başını kesti. Alıp yezit’e götürdü.
Yine bu acem tarihinde diyor ki:

(Zecr bin Kays, Hz. Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)
Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi.
Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)
Hulasat-ül-mesaibde diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) şeklinde rivayetlerin olduğu gibi başka rivayetlerde mevcuttur. Yezid'in bu hususta samimi olduğunu söyleyebilmek fevkalade şüphelidir; çünkü. o, İbn Ziyad" Şemir ve diğerlerinin Hz. Hüseyin'i şehid etmiş olmalarına gerçekten üzülmüş olsaydı, onu ve diğerlerini hiç değilse valilikten ve kumandanlıktan azıcderdi.
Doğrusunu Allah bilir. Burada haksızlık ve zulüm içinde olan yezidin avukatlığına soyunmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Halifelik peşinde olan Yezid, hüseyin'in oğlu 4. İmam zeynel abidin'i ve diğer esirleri medine'ye geri yollamıştır. Bir rivayetde gecen anekdota yer verilirse;
Hz. Hüseyin Yezitle ilgili,


"benim babam onun babasından, benim anam onun anasından, benim ceddim, onun ceddinden hayırlıdır... Ben de ondan hayırlıyım. O halde halifelik benim hakkımdır,"
Demiş... Yezit de onun hayır konusundaki sözlerinin haklı olduğunu söylemiş, ancak,
"kalellahü mülikül mülk, tüetil mülk mentena"
Ayetini hatırlamasını söylemiş
Yani mülk Allah’ındır. İstediğine verir!. Tarih sayfalarında görünen o ki, HZ. Hüseyin kufe'ye giderken şehit olacağını ama ilahi takdir'e karşı gelinemeyeceğini de biliyordu!. Allah ona ve ceddine rahmet etsin Şefaatlerine nail eylesin.
Her ne olursa olsun Hz.Hüseyin'i tamamen mazlum olarak şehid edenlerin haklı veya mazur görülebilecek hiçhir tarafları bulunmamaktadır. Yezid ve adamlarının Müslümanlığa ve insanlığa sığmayan adilikleri ile gerçekleştirilmiş Kerbela faciası, İslam tarihinde tüyler ürperten bu feci olayın vuku buluşundan kısa bir süre sonra ortaya çıkmaya başlayacak hemen bütün hareketlerin sebebi veya bahanesi olmuştur. Nitekim hu korkunç hadiseden sonra, Hz.Ali ve oğullarının haklarını aramak bahanesine sığınan birtakım maceraperestlerin başlattığı bazı hareketlerin nedeni olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder